HORASAN’DAN GEREDE’YE:
MALAZGİRT ZAFERİ’NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Bugün 26
Ağustos 2018: Malazgirt Zaferi’nin 947’nci, Büyük Taarruz’un ise 96. yıl dönümü.
Gelenekselleşen ifadeyle “Anadolu’nun kapısını Türklere açan zafer” olarak
kutladığımız Malazgirt Zaferi’nin sene-i devriyesinde işin akademik bilgi
boyutundan ziyade kendi duygu-düşüncelerim açısından bir şeyler yazmak istedim.
Öncelikle “Anadolu’nun kapısını Türklere açan zafer” ifadesindeki bir
yanlışlığı gidermekte fayda var: 1071 Malazgirt’ten önce de Anadolu’da yaşayan Türkler
vardı. Özellikle de fetihten önce, ellerinde yay ve kılıç olmadan; davranışlarıyla
ve yaşantılarıyla bu coğrafyayı Türkleştirmek, İslâmlaştırmak gayesi taşıyan Alperenler/Gazi
Dervişler önemli yer tutmaktadır. Ayrıca Alp Arslan’ın babası Çağrı Bey’in
bundan tam bin yıl önce, 1018’de Anadolu’ya gelerek keşif hareketlerinde
bulunduğu bilinmektedir. Fetihten sonra ise Anadolu’da Türk yerleşmesi hızla
artmış, Sultan Alp Arslan’ın Anadolu’yu Türk-İslâm diyarına getirme çabaları olumlu
etkisini göstermeye başlamıştı.
Malazgirt’in
ardından Anadolu’ya akın akın gelen Türkler, buralarda beylikler kurmuş ve
Süleyman Şah önderliğinde de Türkiye Selçuklu Devleti kurulmuştu. Büyük
Selçuklu Devleti’nin taht sorunlarıyla uğraştığı dönemde Anadolu’yu saran Haçlı
Seferleri’ne karşı tam anlamıyla bir kalkan olan Türkiye Selçukluları, Batılı
tarihçilerin de ifadesiyle Anadolu’nun Türk toprağı olarak anılmasını
sağlamışlardır. Buraya kadar uzanan süreçte siyasi ve askeri çevrelerin olduğu
kadar dini çevrelerin de önemi oldukça fazladır. Özellikle İran’ın kuzeydoğusunda
bulunan Horasan bölgesinden gelen Ahmed Yesevi Hazretleri’nin dervişleri “İ’lây-ı
Kelimetullah” davası uğrunda bu toprakları Türkleştirmek ve İslâmlaştırmak için
Anadolu’nun dört bir tarafına dağılmışlardı. Bugün üzerinde yaşadığımız vatan
coğrafyasının Müslüman ve Türk bir belde olmasında akıncı
dervişlerin de katkısı büyüktür.
Başlıkta yer
alan “Horasan’dan Gerede’ye” ifadesini
kullanmamın sebebi ise yaklaşık 2 hafta önce (09 Ağustos 2018) gittiğim Bolu’nun
ilçesi Gerede’de gezerken hiç beklemediğim sırada iki farklı yerde karşıma
çıkan akıncı dervişlerin mezarlarına rastlamamdan kaynaklanıyor. Biri ilçenin
merkezinde -Demirciler Mahallesi- yer alan Şeyh Hüseyin Efendi Camii’nin
bahçesindeki türbede metfun bulunan Horasanlı Şeyh Hüseyin Efendi. Diğeri ise
ilçenin üst kesimlerinde bulunan Esentepe’deki Ramazan Dede Camii’nin
bahçesindeki türbede metfun Horasanlı Ramazan Dede Hazretleri. Şeyh Hüseyin
Efendi’nin türbesinde XI. yüzyıl ifadesi yer alırken, Ramazan Dede’nin
türbesinde ise vefat yılı olarak 1176 yazıyor. Birden karşıma çıkan bu mezar
taşları, yaşadığımız bu memlekette kimlerin sayesinde var olduğumuzu unutarak
hatta onları yok sayarak ömrümüzü sürdürdüğümüzü utançla hatırlattı bana. “Bolu
Gerede, insanlık nerede?” tarzı esprili (!) cümleleri birçoğumuz duymuştur ama
Gerede’de yatan bu zatları kaçımız duymuştur acaba? Bence insanlık tam da burada. Ve Anadolu'nun dört bir tarafında. Yaklaşık 1000 yıl önce,
hiçbir dünyalık beklentisi olmadan; ulaşımın sadece at ve develerle, belki de
yaya olarak sağlandığı, belki de karda kışta, sadece Allah rızası ve
torunlarına yeni bir yurt bırakma gayesiyle onca yolları aşan o
serdengeçtilerden, o büyük insanlardan öğreneceğimiz çok şey var. Onları
hiçbir zaman unutmamak ve emanetlerine sahip çıkmak ümidiyle Allah hepsinden
razı olsun. Bu toprakların ve tarihimizin gizli kahramanları ile Malazgirt ruhu içimizde hep yaşasın.
Mahmut Emin ŞENER
Muhteşem bir yazi olmuş. Allah razı olsun.
YanıtlaSilGerçekten süperdi. Çok beğendim ellerine sağlık
YanıtlaSilÇok güzel olmuş. Elinize sağlık.
YanıtlaSil