UBUNTU: BİZİM İYİLİĞİMİZ SANA BAĞLI
Afrika’da çalışan bir antropolog, o bölgede yaşayan kabilenin çocuklarıyla bir oyun oynamak ister ve onları tek sıra halinde yan yana dizerek karşılarında bulunan ağaca koşmalarını, bu yarışı ilk bitirene de beraberinde getirdiği çikolatalardan vereceğini söyler. Hayatlarında hiç çikolata yememiş olan bu çocuklar önce birbirlerine, sonra da antropoloğun elinde bulunan çikolatalara bakarlar ve yarışın başlamasıyla el ele tutuşarak ağaca doğru beraberce koşarlar. Bütün çocukların aynı anda ağaca vardığını gören antropolog şaşırarak neden böyle yaptıklarını sorunca çocuklar “ubuntu” yaptıklarını, daha önce hiç kimsenin çikolata yemediğini ve hep birlikte çikolata yemek için böyle yaptıklarını söylerler.
Ubuntu, “ben; biz olduğumuz zaman benim” anlayışını savunan ve insani değerleri esas alan Güney Afrika kökenli bir yaşam felsefesinin adı. Başkası mutlu olmadıktan sonra kendisinin mutlu olmasının bir anlamı olmadığını hatırlatır insana. Tıpkı Hz. Ebu Bekir’in (r.a) bir ceviz için kavga eden iki çocuğu ayırıp, onlara pay etme maksadıyla cevizi kırdığında içinin boş çıkması gibi… İnsanoğlu, asırlar boyunca hep daha fazlasını istemiş ve elindekiler artıkça mutluluğunun da artacağını düşünegelmiştir. Oysa çok mal, sahibinin sırtında bir yük olmuştur çoğu zaman. Onu maddiyata bağlayan, kazandıkça kazanma hırsına sevk eden, elindekileri paylaşırsa hepten kaybedeceğine inandıran bir yük…
Dünyanın olağan akışında makul sayılabilecek bu düşünceler, bireysel olmaktan çıkıp toplumsal bir hale gelmeye başladığında ise bu sorunu çözecek, insanları düştükleri karanlıktan çekip çıkaracak kahramanlara ihtiyaç duyulmaya başlanır. Putları yerle yeksan eden Hz. İbrahim (a.s) gibi, Cahiliye Devri’ni Asr-ı Saadet’e çeviren Hz. Peygamber (s.a.s) gibi… Onlar insanları sadece mal düşkünlüğünden değil; nefsin esaretinden, şeytanın tuzaklarından, kibir ve gururdan, hakikate varmayan bütün batıl yollardan da kurtardılar. Şairin “bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir” dediği gibi. Malcolm X’in “bütün uyuyanları uyandırmaya tek bir uyanık yeter” sözünde olduğu gibi. Aslında bu söz, aynı evde uyuyan Müslüman bir ailenin belki de birbirlerine yapabilecekleri en büyük iyiliklerden birisi olarak da düşünülebilir. Sabah namazına kalkan bir aile ferdi, diğer aile üyelerini de uyandırırsa hem kendi ibadetinden, hem de onların ibadetinden nasiplenecektir. Çünkü Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Hayra vesile olan, hayrı yapmış gibidir.” Vahdette kesret, kesrette vahdet misali…
İyiliğin dini boyutu dışında sosyal, tarihi vb. pek çok alanda da yansımasını görmek mümkündür. Öfkeli olduğu bir anda yanındaki arabada bulunan kişiye kızmak isteyen kişi, karşısındaki kişinin gülümseyerek selam vermesi üzerine bir anda yumuşamış ve öfkesinin yerini huzur almıştır. İşte böyle ufak bir tebessüm, içten bir selam her şeyi değiştirir. Bir kişinin gülmesiyle değişir her şey… Bazen de tek bir kişi, tarihin seyrini değiştirir. Kendi ordusunun dört-beş katı büyüklüğündeki orduyu yenip Anadolu’nun kapılarını açan Sultan Alp Arslan gibi. Türkistan’da yaktığı çerağlarla, Anadolu ve Rumeli’nin dört bir yanına gönderdiği gazi dervişlerle gönül coğrafyasını imar eden Hace Ahmed Yesevi gibi. Öldükten sonra kendisi için yedi ayrı tabut hazırlanmasını ve hepsinin küffar beldelerde gömülmesini isteyen, böylece naaşının kâfir topraklarda kalmaması düşüncesiyle yapılan fütûhâtlara vesile olan Sarı Saltuk gibi. Genç yaşta Kayseri’nin Ağırnas köyünden İstanbul’a getirilen ve dünya mimarisine yön veren Sinan gibi. Bildiği bütün duaların yanında çelikten imanını yüklenerek Ocean zırhlısını yerle bir eden Seyid Onbaşı gibi. Kızı Azapay’ın da içinde bulunduğu esirlerin kurtulmasını sağlamak için iki yüz kişilik Çin birliğine karşı tek başına hücum eden Osman Batur gibi. Görev yaptığı adliye binasının önündeki bombalı saldırıyı tek bir tabancayla önleyen Fethi Sekin gibi…
Her zaman tarihe geçmeyebilir isimler. Ancak iyilik baki kalır. Dünya döndükçe, o iyi insanların cüz’i iradeleriyle gerçekleştirdikleri eylemlerinin sonuçları meyve verir hep. Selahaddin’leri büyüten anneler, Fatih’leri yetiştiren muallimler, bebekleri ve çocukları kurtaran askerler, hayvanatı ve nebatatı sulayan gençler, bu meyve bahçesinin emekçisidir hep. Eğer onlar iyiliğin kendilerinde başladığına inanmasalardı, iyiliğin bulaşıcı bir şey olduğunu etraflarına öğretmeselerdi bugün bambaşka bir âlemde yaşıyor olacaktık kuvvetle muhtemel. Evet; bir çiçekle bahar olmaz ama her bahar, bir çiçekle başlar. Hani Fetih Marşı’nda “Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini” diyor ya Arif Nihat Asya ve ekliyor: “Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın; Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.” İşte biz de o misal “iyilik bende başlar” diyerek ubuntu yapalım. Gayemiz çikolata yemek değil, çikolata yedirmek olsun. Varsın, ismimiz tarihe geçmesin. İnsanlar hatırlamasa da olur. Ama ne kadar cana dokunursak; ismimiz/kimliğimiz o oranda sinelere nüfuz edecek ve gök kubbede hoş bir sedamız kalacak. Mazlum yüreklere bir inşirah ferahlığı gelecek ve kâinat devridaim ettikçe iyilik de daima zihinlerde, gönüllerde, hatıralarda yer bulacaktır. Hepsinden öte, bu çabamız Hakk katından rıza alacaktır. Çünkü Allah muhsinleri (ihsanda bulunan ve iyilik edenleri) sever.
Mahmut Emin ŞENER
10 Mayıs 2021 Pazartesi
Yorumlar
Yorum Gönder